Ana içeriğe atla

Kayıtlar

"Ölüm Allah'ın emri , ayrılık olmasa ... "

5 Eylül , No frost Bugün 04,09,2016 Pazar.Biraz önce buzdolabını açtığımda , bir kez daha buzdolabının NoFrost olmadığını gördüm.Eski buzdolabımızın , -yine NoFrost olmayan-  buzluğunu bıçak ile temizlemeye kalkışan ben  , buzluğu bir kaç yerinden delmiş ,  içindeki gazı özgür bırakmıştım.İlk seni aradım.Her zamanki gibi .Sen her zaman, her durumda  ne yapılacağını bilen bilir kişimdin benim. .İlk önce gülmüştün böylesi bir salaklığa , önce ıspatulayla temizlememin daha güvenli olacağını tavsiye etmiş , gaz daha fazla çıkmadan , karbonat ve japon yapıştırıcısını kullanıp delikleri kapatabileceğimi söylemiştin.Dediğin gibi yapmıştım .Ama maalesef bu çalışma , Ömer kardeşimin emektar buzdolabını kurtarmama yetmedi.Çıkan gaz çoktan özgürlüğüne kavuşmuş , mutfağın penceresinden bulutlara doğru seyre dalmıştı bile. Bugün yine aynı manzara ile karşılaştığımda ;  önce yutkundum , sonra hiç tereddüt etmeden ıspatulayı aldım elime.Dediğin gibi ne kolaymı...

"Eski arkadaşım"

, Sol kolunu camdan dışarı çıkarmıştı.Mayıs ayıydı ve bahar bu sene gelmeyi unutmuştu.Sol elindeki kol saatinin altındaki terlemiş olan yeri rüzgar serinletiyordu ve bu hoşuna gidiyordu.Sanki üşüyor gibiydi ama üşümüyordu.Kol saatinin altındaki yer tüm vücudunun algılarını değiştiriyordu.Radyoda çalan şarkı ise ona hayattaki tüm dertlerden tüm olan şeylerden her şey den uzaklaştırmaya çalışıyordu.  Aklını bir an hissizlik duygusu kapladı. Daha çok gamsızlık.Bu bir istekti. , bir an hayata karşı gamsız olmayı seçti .Sorunlu olduğu her şeyden o şarkı sona erene kadar vazgeçti ve düşünmedi an çok mutluydu ,araba sürüyor  güzel bir hava güzel bir rüzgar ona eşlik ediyor ,eliyle rüzgara sataşıyordu. İşte böyle bir heves güzel başlangıçlar yaptığım hikayelerim var benim.Sonunu getiremediğim yarım kalan bir harf mezarlığı.Her bir harf, olduğu kelime ve cümle evet değerliler ama bitmediği için , hepsi bir  ağacın sonbahara yenilmesi gibi boynu bükük. Odaklanamamak m...

Tabutta röveşata ...

Bu toprak kokusu da ne ? Severim bu kokuyu ama bu sefer farklı bir güzel.Ama gözlerim , gözlerimi neden açamıyorum ? Göz kapaklarım çok ağır...Bir dakika, bir ışık , bir gölge görüyorum ,yavaş yavaş aydınlanıyor her yer.Burası da neresi , mezarlık , tamam da ben niye bu kadar yüksekteyim ? İnanmıyorum bu tabut,Ben öldüm mü yoksa ? Bu hafifliğim , bu huzur hali , aaa ama yazık adamcağıza beni tek başına kaldırmak zorunda kaldı tabutumdan , kim ki bu adam tanımıyorum.Mezar görevlisi olsa gerek . "Hocam ağzına sağlık.Sen okudukça ben huzur buluyorum".Hocam da istemeye istemeye ama çaktırmıyor.İnsan aynı işi yapa yapa yaptığı iş kutsalda olsa bir yerden sonra ...  Gerçi anam babam sağ olsalardı onlarda bir Fatiha'yı , bir Yasin'i esirgemezlerdi benden.Sahi ya onları ne zaman göreceğim acaba , diğer ölen sevdiğim insanları , ya da doğru soru , görebilecek miyim ? Adamcağız kan ter içinde sonunda mezara yerleştirdi beni.  "Ağabey kıbleye yatırdın deği...

Kötü okurun aylaklık bahanesi.

Bu günlerde okuyamıyorum.Başlıyorum okumaya ki sonra aniden bir sıkıntı , sanki yapacak o kadar çok işim varmış ta , kitap okumakta neyin nesiymiş ?  pehh..Ayaklarımı sallamaya başlıyorum.Okuduğum her kelime ağır ve gereksiz geliyor daha önce duymamışım gibi.Okumak için gözlerime değmesi için yerlerinden kaldırıyorum kelimeleri.Oysa eskiden öyle miydi ... Bin bir hevesle başlar , o hevesle bitirirdim. Şimdilerde okuyamıyorum.Her kelime bir şey çağrıştırıyor bana.Kendi kendime bunu yapmakta olduğum için nefret ediyorum.Bazen saplandığımı hissediyorum.Kuma saplanmış , çıkmak için uğraşmaya gönüllü olmayan bilmem kaç tonluk bir araç misali. Düşünmekten okuyamıyorum.Hep bir eksiklik hissi.Müzik olsun diyorum yanı başımda , sesini az kısayım diyorum , araya reklam , konuşmalar giriyor sinirleniyorum.Derken kapatıyorum radyoyu.Sessizlik.Hiç bozmadan sessiz sessiz okumaya başlayayım diyorum.İkinci cümlede bir şey takılıyor kafama , okuyamıyorum. Rüzgar hafiften esiyor , otu...

Suç.

Andre Kertesz,Chez Mondrian , 1965. SUÇ Ellerimi kurularken baktığımda, saat 09.00 olmuştu bile. Bu sabah kışın bütün ihtişamına rağmen, güneş, sokaktan sadece su içmek için eve gelmiş çocuk gibi kendini gösteriyordu. Sessizlik, güneşten sonra, masada senin oturduğun sandalyeye yerleşti. İki dilim ekmek, biraz peynir, bir fincan çay. Hep şikâyet ettiğin gibi sade ve sessiz ettim kahvaltımı. Eskiden, kahvaltımı bir an önce bitirip, gazetemi elime alıp, sanki seni görmezden geliyormuşum gibi, pencere kenarındaki koltuğa otururdum. Bazı alışkanlıklarım, bugün olduğu gibi, her pazar kalbimi bükmekteler. Seni hatırlatan her şey ortada. Sanki sana hala bir şeyler borçluymuşum gibi. Acımın taze oluşundanmıdır , gördüğüm her eşyada ciğerim sızlamakta.Kapının yanında duran vazoyla ilgili onlarca kavga etmişizdir , “ bu bir gün buradan düşecek ” diye. Fakat onbeş yıllık evliliğimizde, senin periyodik toz alma etkinliklerinden başka yerinden oynamamıştır. En sevdiğin ...