Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Tabutta röveşata ...

Bu toprak kokusu da ne ? Severim bu kokuyu ama bu sefer farklı bir güzel.Ama gözlerim , gözlerimi neden açamıyorum ? Göz kapaklarım çok ağır...Bir dakika, bir ışık , bir gölge görüyorum ,yavaş yavaş aydınlanıyor her yer.Burası da neresi , mezarlık , tamam da ben niye bu kadar yüksekteyim ? İnanmıyorum bu tabut,Ben öldüm mü yoksa ? Bu hafifliğim , bu huzur hali , aaa ama yazık adamcağıza beni tek başına kaldırmak zorunda kaldı tabutumdan , kim ki bu adam tanımıyorum.Mezar görevlisi olsa gerek . "Hocam ağzına sağlık.Sen okudukça ben huzur buluyorum".Hocam da istemeye istemeye ama çaktırmıyor.İnsan aynı işi yapa yapa yaptığı iş kutsalda olsa bir yerden sonra ...  Gerçi anam babam sağ olsalardı onlarda bir Fatiha'yı , bir Yasin'i esirgemezlerdi benden.Sahi ya onları ne zaman göreceğim acaba , diğer ölen sevdiğim insanları , ya da doğru soru , görebilecek miyim ? Adamcağız kan ter içinde sonunda mezara yerleştirdi beni.  "Ağabey kıbleye yatırdın deği...

Kötü okurun aylaklık bahanesi.

Bu günlerde okuyamıyorum.Başlıyorum okumaya ki sonra aniden bir sıkıntı , sanki yapacak o kadar çok işim varmış ta , kitap okumakta neyin nesiymiş ?  pehh..Ayaklarımı sallamaya başlıyorum.Okuduğum her kelime ağır ve gereksiz geliyor daha önce duymamışım gibi.Okumak için gözlerime değmesi için yerlerinden kaldırıyorum kelimeleri.Oysa eskiden öyle miydi ... Bin bir hevesle başlar , o hevesle bitirirdim. Şimdilerde okuyamıyorum.Her kelime bir şey çağrıştırıyor bana.Kendi kendime bunu yapmakta olduğum için nefret ediyorum.Bazen saplandığımı hissediyorum.Kuma saplanmış , çıkmak için uğraşmaya gönüllü olmayan bilmem kaç tonluk bir araç misali. Düşünmekten okuyamıyorum.Hep bir eksiklik hissi.Müzik olsun diyorum yanı başımda , sesini az kısayım diyorum , araya reklam , konuşmalar giriyor sinirleniyorum.Derken kapatıyorum radyoyu.Sessizlik.Hiç bozmadan sessiz sessiz okumaya başlayayım diyorum.İkinci cümlede bir şey takılıyor kafama , okuyamıyorum. Rüzgar hafiften esiyor , otu...

Suç.

Andre Kertesz,Chez Mondrian , 1965. SUÇ Ellerimi kurularken baktığımda, saat 09.00 olmuştu bile. Bu sabah kışın bütün ihtişamına rağmen, güneş, sokaktan sadece su içmek için eve gelmiş çocuk gibi kendini gösteriyordu. Sessizlik, güneşten sonra, masada senin oturduğun sandalyeye yerleşti. İki dilim ekmek, biraz peynir, bir fincan çay. Hep şikâyet ettiğin gibi sade ve sessiz ettim kahvaltımı. Eskiden, kahvaltımı bir an önce bitirip, gazetemi elime alıp, sanki seni görmezden geliyormuşum gibi, pencere kenarındaki koltuğa otururdum. Bazı alışkanlıklarım, bugün olduğu gibi, her pazar kalbimi bükmekteler. Seni hatırlatan her şey ortada. Sanki sana hala bir şeyler borçluymuşum gibi. Acımın taze oluşundanmıdır , gördüğüm her eşyada ciğerim sızlamakta.Kapının yanında duran vazoyla ilgili onlarca kavga etmişizdir , “ bu bir gün buradan düşecek ” diye. Fakat onbeş yıllık evliliğimizde, senin periyodik toz alma etkinliklerinden başka yerinden oynamamıştır. En sevdiğin ...